Warning: call_user_func_array() expects parameter 1 to be a valid callback, class '' not found in /home/necdet/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php on line 324

Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/necdet/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php:324) in /home/necdet/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
Makaleler – Necdet Saraç https://www.necdetsarac.com Gazeteci Mon, 22 Jan 2024 16:14:49 +0000 de-DE hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://www.necdetsarac.com/wp-content/uploads/2020/12/logst2-65x65.png Makaleler – Necdet Saraç https://www.necdetsarac.com 32 32 SOLUN KRİZİ VE ALMANYA https://www.necdetsarac.com/?p=1121 https://www.necdetsarac.com/?p=1121#respond Sun, 21 Jan 2024 21:40:34 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1121 Geçtiğimiz hafta sonu bir panele katılmak için Berlin’deydim. Alper Taş, Nurcan Gökdemir ve Yücel Özdemir’le birlikte katıldığımız ve ciddi bir ilgi gören panelin başlığı oldukça iddialıydı: “Dünyadaki Küresel Gelişmelerin Almanya ve Türkiye’ye Yansımaları!” Başlık bu kadar iddialı olunca hem panelde, hem de panel dışında küresel gelişmeleri ama asıl olarak da solun ve sosyal demokrasinin durumunu konuştuk.

Nereden bakarsak bakalım, bazı istisnalar hariç Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da solun ciddi bir krizi var. Almanya’da Olaf Scholz sosyal demokrat bir Başbakan olsa da kriz büyük, Haziran’da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine şimdiden “kayıp” gözüyle bakanlar oldukça fazla… Türkiye’de seçimi Kılıçdaroğlu kazansaydı bu belki Brezilya’da Lula rüzgarı ile buluşup daha demokratik yeni bir siyasal iklim rüzgarı estirebilirdi ama olmadı…

Demokratik çözümler arama isteği savaş, şiddet ve göç dalgalarına çarparak, güvenlik arayışı üzerinden herkesi teslim alıyor. Yalnızca Türkiye gibi ülkelerde değil, Avrupa’da bile demokrasi, insan hakları, hukuk gibi kavramlar tartışılır hale gelmiş durumda. Gündemi de siyaseti de “daha fazla özgürlük” diyenler değil, “daha fazla güvenlik, daha fazla otorite” diyenler belirliyor. 21. Yüzyılın ilk çeyreği biterken dijital devrimin yarattığı olağanüstü avantajlar, yeniyi yaratmak bir yana eskiye dönerek demokrasiler için dezavantaja dönüşüyor. Demokrasi adına ilerleme değil gerileme yaşanıyor. Giderek artan gericileşme, otoriter eğilimleri büyütürken, bu gerçek karşısında biraraya gelmesi, birlikte davranması gereken sol bir araya gelemediği gibi küçülüyor ve parçalanıyor! Korku siyaseti iş yapıyor ve büyüyen sol değil, sağ oluyor!

Örneğin Almanya’da hükümetin üç ortağından ikisi, yani SPD ve Yeşiller hızla küçülüyorlar. SPD’nin oy oranı yüzde 13’e, Yeşillerin ise yüzde 14’e düşmüş durumda. Seçmenin yalnızca yüzde 27’si hükümetin gidişatından memnun, yüzde 69 hükümetin karşısında konumlanmış durumda. CDU yüzde 31 ile yükselişte ama asıl yükselen, “bütün göçmenlere tek gidişlik bilet alalım” diyen ve oy oranını yüzde 22’ye taşıyarak Almanya’nın ikinci partisi olan sağcı, ırkçı Almanya Alternatif Partisi (AfD).

“Aşırı sağın” daha doğru bir ifadeyle “Yeni Faşizmin” bu yükselişi birçok klasik belirlemeyi de ortadan kaldırmış gözüküyor. Bundan 15-20 yıl önce ama özellikle de sosyalist sistem henüz çökmeden, SSCB dağılmadan örneğin Almanya’da kazınmış kafalar, asker botları, bombardıman ceketi aşırı sağcıların açık sembolleriydi. Bugün bu semboller tarih oldu, “Yeni sağ” ya da “Yeni Faşizm” artık “sıradan” insanlardan ayırt edilemiyor. Yeni faşizm yükselirken, 2010’ların yükselen partisi Sol Parti (Die Linke) de hem düşüşte, hem de ikiye bölünmüş durumda. Orada da ilginç gelişmeler var…

Almanya Milletvekili de olan Sahra Wagenknecht geçen hafta 9 milletvekili ile birlikte yeni bir parti kurdu. Partiye şimdilik “Akıl ve Adalet İttifakı” diyen Wagenknecht, „Alman partilerinin konumlanışını ve siyaset yapma tarzını temelden değiştirme iddiasında. Partiyi bazı çevreler “Ekonomik konularda daha sol, sosyal konularda ise daha sağcı” olarak nitelendirseler de son kamuoyu araştırmasında partinin oyu yüzde 4 olarak tespit edilmiş olsa da oy potansiyelinin yüzde 25 olduğu ve partinin hem AfD’den hem de soldan oy alacağı belirtiliyor. Nitekim partinin Eşbaşkanı Wagenknecht “AfD bu kadar güçlü çünkü siyaset çok kötü. Çünkü pek çok insan artık temsil edildiğini hissetmiyor, çünkü şu anda Berlin’de iktidarda olan politikacıların sorunlarını bilmediklerini, onları umursamadıklarını hissine sahipler. Sıradan vatandaşların hayatı oldukça zor. Pek çok insanın sağcı görüşlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, bunun yerine öfke ve memnuniyetsizlik nedeniyle AfD’ye oy verdiğini biliyorum. Biz bu insanları kazanmak ve yeni bir siyaset inşa etmek istiyoruz” diyor.

]]>
https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1121 0
TARAF OLMAK SİYASİ BİR ZORUNLULUK https://www.necdetsarac.com/?p=1119 https://www.necdetsarac.com/?p=1119#respond Sun, 21 Jan 2024 21:40:14 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1119 https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1119 0 TEHLİKE BÜYÜK, SÖZ BİTMEMELİ https://www.necdetsarac.com/?p=1113 https://www.necdetsarac.com/?p=1113#respond Tue, 02 Jan 2024 20:14:04 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1113 https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1113 0 İŞTE BUNLAR DA ALEVİ! https://www.necdetsarac.com/?p=1111 https://www.necdetsarac.com/?p=1111#respond Tue, 02 Jan 2024 20:12:52 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1111 https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1111 0 KENT UZLAŞISI, KENT İTTİFAKI https://www.necdetsarac.com/?p=1104 https://www.necdetsarac.com/?p=1104#respond Thu, 07 Dec 2023 20:00:15 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1104 Türkiye siyasal tarihinde kendisine en çok kredi tanınan partilerinden biri olan İYİ Parti bir türlü kendisini aşamadı, kendisine biçtiği “merkez sağ” rolüne yakınlaşmak yerine giderek “ikinci MHP söylemine” yöneldi. Seçim yenilgisini değerlendirmek ve özeleştiri yapmak yerine fatura Kılıçdaroğlu’na, CHP’ye ve ittifaka kesildi.

Seçim yenilgisinin faturası “ittifak fikrine” çıkartılınca Millet İttifakı partileri bir araya gelip “ittifak bitti” deme cesareti bile gösteremeden ittifak kendiliğinden dağılmıştı. Bu dağılma hali, önce İYİ Parti’nin “81 ilde hür ve müstakil olarak seçimlere giriyoruz” açıklamalarıyla ete kemiğe büründü, sonra da İYİ Parti’nin GİK kararıyla kesinleşti. Böylece AKP’nin 2018 seçimlerinden bu yana dağıtmaya çalıştığı ittifak “kendiliğinden” dağılmış oldu!

Masa başı ittifakın dağılmış olması seçmeni aynı oranda etkiler mi bilinmez ama İYİ Parti’de dün de İstanbul Milletvekili Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu’nun istifasıyla gördüğümüz gibi arkası gelmez istifaların yalnızca Akşener’i değil, aynı zamanda henüz kurumsallaşamamış İYİ Parti’yi çok daha zorlayacağı kesin. Eleştirinin hiçbir biçimine tahammül etmeyen Meral Akşener’in her eleştiriden sonra “televizyonlarıyla, kalemşörleriyle ve maaşlı yorumcularıyla bizi yaylım ateşine tutacaklar ama adına ittifak dedikleri bu maskeli baloya boyun eğmeyeceğiz, manda ve himaye tuzağına geçit vermeyeceğiz” şeklindeki zehir zemberek sözlerinin partisini bir arada tutması çok zor gözüktüğü gibi, “Hür ve müstakil olarak dimdik yürümesi” de imkansızlaşıyor. Çünkü seçim dediğin son tahlilde sonuçtur. İYİ Parti için “Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan olma olasılığı” her gün biraz daha gerçeğe dönüşüyor…

Yerel seçim matematiği ortadayken, AKP-MHP bloğunun koca bir ülkeye dayattığı ve zorunlu hale getirdiği ittifakı sistemi eleştirileceğine ittifak fikrinin mahkum edilmesi, ittifakın kavram olarak bile reddedilerek, “işbirliği” kavramını kullanmak ne İYİ Parti’nin, ne de CHP’nin lehine olur. Eleştirilmesi gereken ittifak fikri değil, partileri kendisi olmaktan çıkarak, adeta siyaseti sokaktan alıp masa başı bir “İttifak Partisi”ne dönüşen anlayıştır.

Ortaya çıkan sonucu birçok açıdan değerlendirmek, İYİ Parti’nin bu hamlesiyle iktidarın elini güçlendirdiğini, Erdoğan’ın her fırsatta bir kez daha “biz demiştik” demeye devam edeceğini ve bu sonucun muhalif seçmende yeni duygusal kırılmalar yaratacağını söylemek mümkün olsa da özellikle CHP bunlara takılmadan masa başı olmayan “sokak ve sandık ittifakını” öne çıkarmalıdır. Çünkü çok açık ki, olmazı tartışmak, yeniden yeniden ittifak konuşmak hem zaman kaybı, hem de moral bozmak anlamına gelecektir.

Ekrem İmamoğlu’nun yeniden gündeme taşıdığı “İstanbul İttifakı” fikrinden hareket ederek önce sokakta, sonra sandıkta “taban ittifakını” sağlamalı. Bu CHP açısından yeni bir şans olabilir. CHP sağ seçmeni itmeden ama yalnızca sağa da odaklanmaktan uzaklaşarak, dönüp sola ve HEDEP’e bakabilir.

Yerel seçimlerle ilgili hem aday belirleme yönteminde, hem de ittifak anlayışında CHP’nin yapması gereken önemli bir hamleyi “Kent Uzlaşısı” formülüyle HEDEP gündeme taşıdı.

]]>
https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1104 0
RUTİN MUHALEFETTEN TOPLUMSAL MUHALEFETE https://www.necdetsarac.com/?p=1102 https://www.necdetsarac.com/?p=1102#respond Fri, 01 Dec 2023 11:27:04 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1102 „Daha kötüsü olmaz“ dediğimiz her şey oluyor. İşbirliği, diyalog, barış, adalet gibi kavramlar yerini savaşı ve şiddeti önceleyen politikalara bırakıyor. İdealist olmak neredeyse „aptallığa“ tekabül ediyor!

Savaş, şiddet, ırkçılık kendilerine meşru zeminler bularak olağanlaşıyor. Demokrasi açısından önemli deneylere sahip Avrupa Birliği, siyasal İslam ve HAMAS gibi konularda haklı eleştiriler yapsa da İsrail’in saldırganlığına, savaş suçuna karşı çıkmak bir yana itiraz bile edemiyor. Dünyanın en eski sosyal demokrat partisi Alman SPD, savaşa açıktan karşı çıkamıyor, partinin Genel Başkanı Scholz, “İsrail bir demokrasidir ve insan haklarına ve uluslararası hukuka göre hareket eden bir ülkedir. Bu nedenle İsrail’e yönelik suçlamalar absürt” diyebiliyor. İngiltere İşçi Partisi’nin Genel Başkanı Starmer ve partinin milletvekili çoğunluğu İsrail’in “kendisini savunma hakkı olduğunu” söyleyerek “ateşkes çağrısını” normalmiş gibi reddedebiliyor. İdeolojik-politik duruşu nedeniyle doğal savaş karşıtı olması gereken partide 56 milletvekilinin ateşkesin lehinde oy kullanması kriz yaratıyor!

Yer yer savaş, ırkçılık, gelir dağılımında adalet gibi konularda aykırı sesler çıksa da sistemin devamını isteyenler bildiğini okuyor. “Çoğunluğun” ne uluslararası hukuk, ne de uluslararası sözleşmeler diye bir derdi kalmamış durumda, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi…

Yargıtay’ın AYM kararını tanımaması da, AYM Başkanı için Kandil adresi gösterilmesi de iktidar cenahında sanki çok normal bir şeymiş gibi konuşuluyor. Sayıştay’ın Trabzon, Erzurum, Kocaeli gibi AKP belediyelerindeki usulsüzlüklerle ilgili yayınladığı rapor ya da HEDEP’in kayyum atanan Diyarbakır’ın Bağlar ve Kayapınar belediyelerindeki rüşvet ve yolsuzluk iddiaları iktidar medyasında yer bulamazken, Tunç Soyer’e ardı ardına gelen soruşturma hamlelerinin yandaş medyada ses getirmesi, yalnızca sistemin çifte standartını değil aynı zamanda sistemin çürümüşlüğünü gösteriyor olsa da “olağanlaşma” duvarını aşıp, toplumsal tepkiye dönüşmüyor. “Devlet büyüklerine hakaret edildi” diyerek aslında “gaflet, delalet ve hıyanet içinde olan” son padişah Vahdettin’e sahip çıkılmasının asıl olarak Cumhuriyet’le ve Atatürk’le hesaplaşma olduğu bilinse de toplumun tamamında olmasa bile son seçimde değişime oy veren yüzde 48,5’da da infiale dönüşmüyor! 

Can Atalay’la ilgili hak gaspına mecliste ve meclis dışında alınan tavır ve “Adalet Nöbetleri” sıradanlaşarak, “rutin görev” kapsamına girerek gürültüler arasında kayboluyor…

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın “iyi halden serbest bırakılmasını” protesto etmek için vurulduğu yere yani AGOS Gazetesi önüne gitmesi toplumsal vicdanın hareket geçmesini sağlayamıyor ama içinde muhalefetin bir bölümünün de olduğu büyük bir ırkçı koro Özgür Özel’in Kürt opera sanatçısı Pervin Chakar’ın elini sanata ve sanatçıya duyduğu saygıdan dolayı öpmesi büyük gürültü koparabiliyor…

Bütün bunları çok daha uzatabiliriz ama sonuç değişmez…

]]>
https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1102 0
CUMHURİYET RÜZGARA KARŞI YÜRÜYENLERİN ESERİDİR https://www.necdetsarac.com/?p=1099 https://www.necdetsarac.com/?p=1099#respond Tue, 21 Nov 2023 22:28:51 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1099 Resmi açıklamalarda her seferinde reddediliyor olsa da iktidarın milli bayramları önemsizleştirme çabaları bilinen bir gerçeklik. Bu gerçekliğe şimdi de İsrail-Filistin savaşı bahane edilerek Cumhuriyet’in 100. Yıl kutlamalarını önemsizleştirme çabası eklendi. Cumhuriyetin ilanının 100. Yılının kutlanacağı 29 Ekim’den bir gün önceye “Büyük Filistin Mitingi” yapılma kararı bu bakışın ürünüdür.

Doğrudan Cumhuriyetle ve Atatürk’le hesaplaşmayı göze alamayan “Hilafetçi ve Yeni Osmanlıcı” zihniyet bu yüzden hep arkadan dolaşıyor, cumhuriyeti ve onun bağlantılı milli bayramları her fırsatta önemsizleştirmeye çalışıyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı’yla iç içe gösterme çabasının da zaman zaman Abdülhamit’ten ve Vahdettin’den kahraman yaratmaya çabasının da “koca bir imparatorluğu” batıran Osmanlı Hanedanı’nı allayıp pullamayı ve hep “muhteşem” olarak gösterme çabasının da nedeni bu! Erdoğan bu yüzden, tıpkı Osmanlı Sarayı’nın tarih yazıcıları olan Şehnâmeci’ler ya da Vak’a-Nüvis’ler gibi gerçek tarihin değil, 1923-1938 dönemini bazen “mahkum ederek” bazen de “yok sayarak”  kendisi ile başlayan “yeni” tarihin ezberlenmesini istiyor!

Çünkü Cumhuriyet, iktidarın kaynağını gökyüzünden yeryüzüne indirmenin, “tanrı kullanılarak” doğuştun elde edilen imtiyazın, kulun, tebanın ve ümmetin yerine eşitliğin, bireyin, yurttaşın geçmesidir!
Cumhuriyet hurafenin yerine, aklın ve bilimin tesisidir!
Siyasal İslamcı gelenek tam da bu nedenlerle “egemenliğin gökyüzünden yeryüzüne inmesinden”, anayasaya ve meclise “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazılmasından ve “kul-iktidar” ilişkisinin bozulmasından, akıldan, sorgulamadan, bilimden, laiklik ve demokrasiden hep rahatsız olmuştur.
16. Yüzyıldan bu yana bilimde, üretimde, sanat ve kültürde evrensel ölçülerde bir tek önemli hamlesi olmayan Osmanlı övgüsünde, Cumhuriyetin özellikle ilk döneminin yerden yere vurulmasında bu rahatsızlık hep belirleyici olmuştur. Nitekim Cumhuriyet değerlerine ve sembollerine saldırmanın, Atatürk ve CHP düşmanlığında, bilerek ve isteyerek laikliği ve demokrasiyi işletmemenin arka planındaki düşünsel nedenleri buralarda aramak gerekir…

Açık ki, “Yeni Osmanlıcı” zihniyete verilen tavizler adım adım Cumhuriyetin içini boşalttı, siyasal İslamın ideolojik-politik hegomanyasını inşa etti. Cumhuriyetin bütün kurumları el değiştirdi. Yasama, Yürütme ve Yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı, kuvvetler birliğine dönüştü. Meclis işlevini yitirdi.
Laiklik kağıt üzerinde kaldı. Eğitim, bilimsel ve laik olmaktan çıktı.
Kamu kuruluşları özelleştirildi. Ekonomik eşitsizlik arttı. Kamunun bütün olanakları birkaç firmaya ve kişiye teslim edildi.
Ucube bir sistem sonucu Cumhurbaşkanı partili olunca, uygulamalarda ayrımcılık derinleşti! Liyakat bitti, partizanlık belirleyici oldu!
Yurttaşlar ortadan ikiye bölündü!
Sistem değişti, devlet de parti devletine dönüştü…
Türkiye’nin ilerlemesi durdu, Cumhuriyet aydınlanması yarım kaldı!
Ne yapay zekayı, ne biyoteknolojiyi, ne “Sanayi 4.0”ı, ne de “Toplum 5.0”ı konuşabiliyoruz. Aklın ve bilimin devre dışı bırakıldığı, dini referansların belirleyici hale geldiği, devletin parti devletine dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz…
Türkiye ilerlemek bir yana geriliyor…
Hukuk yerine yan yolların öne çıktığı, “siyaset, ticaret ve tarikat” üçgeninin açtığı kanaldan tehditin ve kutuplaşmanın havalarda uçuştuğu bir siyasi ortam yaşanıyor…
Cumhuriyetin 100. yılında gerçek bu!
Bu yüzden tercih yapmak durumundayız:
Ya bu gerçeği görüp bakış açımızı değiştireceğiz ve yüzüncü yılında yeni bir anayasa yeni bir meclis ve demokrasiyle taçlanmış yeni bir cumhuriyet kuracağız ya da “durumu idare etmeye devam ederek” Cumhuriyetten de, demokrasiden de iyice uzaklaşacağız!

]]>
https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1099 0
GERİYE GİDEN TÜRKİYE https://www.necdetsarac.com/?p=1048 https://www.necdetsarac.com/?p=1048#respond Thu, 19 Oct 2023 12:28:13 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1048 Altyapının gelişmesi, teknolojinin hakimiyeti, yollar, havalimanları, modern cihazlar hatta yapay zeka tek başına ilerlemenin adresi değil. Dünyada gelişmenin, ilerlemenin kriterleri, “İnsani Gelişme Endeksi” çalışmalarında da görüldüğü gibi insan odaklı olarak değişti: Uzun ve sağlıklı bir yaşamdan bilgi ve insana yakışır yaşam standardına, eğitimden, kültürel faaliyetlerden yararlanmada kişi başına düşen gayri safi milli gelirden alınan paya, insan haklarına önem vermekten insanların kimliklerine ve değerlerine saygı duymaya, farklı seslerin duyulmasını sağlamaya kadar geniş bir alana yayılıyor.

Bu gerçek kentlere de yansıyor. Kentlerin gelişkinliğinin yalnızca altyapılarıyla ölçülmediği çok uzun süredir bilinen bir gerçeklik. Yaşanabilir kentler için kriterler altyapıdan başlıyor, eğitime, çevreye duyarlılığa, yeşil alana, toplu taşımaya, yaya ve motorsuz erişime, sağlık hizmetlerine, kültüre ulaşıma, yaşlı, engelli ve çocukların hizmetlere ulaşma hızına kadar geniş bir hizmet alanına kadar yayılıyor. Türkiye’nin ilerleyip ilerlemediğini test etmek için, kuşkusuz ekonomik krize, gelir dağılımına, yargıya ve oligarşik bir yapıya dönüşen sistemin kendisine bakmak gerekir ama küresel ölçekte “yaşanabilir kentler” sıralamasına baktığımızda bile ülkenin gelişimi ile ilgili tabloyu net olarak görebiliyoruz: The Economist’in beş temel kriter, yani kültür ve çevre, eğitim, sağlık hizmetleri, altyapı ve istikrar üzerinden giderek oluşturduğu “Avrupa’nın en yaşanabilir şehirler” listesinde İstanbul savaş halindeki Kiev’den sonra ikinci!

Kaldı ki, 21 yıllık AKP iktidarı, gelişim açısından bırakın genel değerlendirme kriterlerini, 10 yıl önce kendi belirlediği hedeflerinin de çok gerisine düşmüş durumda: Türkiye, ne dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde, ne yıllık bütçe 2 trilyon doları aşmış durumda, ne de kişi başına düşen yıllık gelir 25 bin dolar!

Bu gerçek otoriterleşmeyi, otoriterleşme de hukuğu ortadan kaldırıyor, kutuplaşmayı teşvik ediyor ve güven duygusunu ortadan kaldırıyor. İtiraz ve karşı çıkışı etkisizleştiriyor, dayanışma gücünü azaltıyor. Ekonomik kriz, şiddet, savaş ve göç dalgası da belirsizliği ve geleceğe bakışta umutsuzluğu derinleştiriyor. Bu sonuçlar izlenen siyasetle doğrudan bağlı olduğu için Türkiye ilerlemiyor, geriliyor.
30 Ağustos’un 101. Yılında, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında gerçek bu!

ABDÜLHAMİT VE ERDOĞAN BENZERLİĞİ

Türkiye’nin son yılları hızla 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanı öncesine benziyor. II. Abdülhamit’le Erdoğan arasında benzerlikler hızla artıyor. İstibdat, yani tek adam yönetiminde “hak ve özgürlük tanımayan despotizm” artarken, meclis işlevini yitiriyor, alternatif medya RTÜK sopasıyla cezalandırılıyor, yaşam tarzına müdahaleler artıyor. Eğitim birliğini ve karma eğitimi ortadan kaldıracak “gençler birbirini taciz edebilir, gerekirse kız okulları açarız” önerileri, yasaklanan festivaller ve konserler, gazeteciler cezaevindeyken, 12 yaşındaki çocuğu istismardan tutuklanan tarikat Şeyhinin infaz yasasından yararlanacak olması, uçuş esnasında pilotların kokpitte namaz kılınmasının önü açılması, mesai ve ders saatlerinin Cuma namazına göre ayarlanmasına ilişkin fetvalar ve sonradan “biz öyle demek istemedik” denilse de İstanbul Valiliğinin açık alanlarda içki yasağı sistem üzerinden toplumsal yaşama müdahaleyi açıkça gösteriyor…

]]>
https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1048 0
İMAMOĞLU’NUN ADAYLIĞI HEMEN AÇIKLANMALI https://www.necdetsarac.com/?p=1046 https://www.necdetsarac.com/?p=1046#respond Wed, 27 Sep 2023 12:27:18 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1046 İmamoğlu için üç olasılık konuşuluyordu:
Birincisi, CHP Genel Başkanlığı’na aday olması.
İkincisi, Fransa’da Macron modeli benzeri ayrı bir siyasi parti kurması.
Üçüncüsü ise İBB Başkan adaylığını açıklaması.

İmamoğlu 15 Ağustos’ta yaptığı Basın Toplantısı ile kendi üzerinden süren tartışmalara son noktayı koydu ve “İstanbul ve Türkiye’nin kaderleri mühürlüdür, ben de kendimi İstanbul ile mühürlü kabul ediyorum” vurgusu yaptıktan sonra “İstanbul için yola çıkıyorum” dedi. Bu açıklama sonrası İmamoğlu’nun yine değişim ve gelecek mesajları vermeye devam edeceği kesin olsa da, bu mesajlarının dozunun ve hızının düşeceği ve İmamoğlu’nun 31 Mart 2024’de yapılacak yerel seçimlere kadar asıl olarak “daha fazla İstanbul” diyeceği de kesindir!

İmamoğlu yaptığı açıklamada, düşünsel ve yapısal bir tartışmadan kopuk ve “lidere indirgenen” bir değişim tartışmasının uzamasının yalnızca Kılıçdaroğlu’nu değil kendisini de yıprattığını gördüğü için İstanbul tercihini uzlaşma ve diyalog mesajlarıyla bütünleştirerek verdi.

İmamoğlu parti içine çok açık bir biçimde “aramızdaki tartışmaları bir kenara bırakmalıyız” mesajı verirken, CHP dışına da, adlarını vermese de İYİ Parti’ye de, HDP’ye de “masa başı ittifakı aşan ve partiler üstü bir ittifak olan “İstanbul İttifakı’nı yeniden kuracağız” mesajını verdi. 2019 yerel seçimlerinde “İstanbul İttifakı” önemli bir model olmuş, değişim isteyen seçmen hem sokakta, hem de sandıkta İmamoğlu için bir araya gelmişti. Bu en geniş ittifak, seçimin kazanılmasıyla da birlikte geniş kitlelerde heyecan yaratmış, geçtiğimiz yıl İmamoğlu’na verilen haksız ceza ve siyaset yasağından sonra Saraçhane Meydanı’nda yeniden ortaya çıkmıştı.

BAŞARININ KRİTERİ İKTİDAR

Konuşma metninde son derece dikkatli cümleler kurmayı tercih eden İmamoğlu değişim ve dönüşüm sürecinin öncülüğünü Kılıçdaroğlu’nun yapmasını bir kez daha önerirken “umutsuzluğa yer yok” vurgusunu da CHP üzerinden yaptı. Haklı olarak CHP’nin ikinci parti olmaktan övünemeyeceğini söyleyen İmamoğlu, CHP’nin “küçük iktidar partisi” olmamasının da altını çizdi. Bu önemli bir vurguydu, çünkü Türkiye’de diğer partilerin oy artışları ya da azalışları önemlidir, örneğin İYİ parti’nin, MHP’nin ya da HDP’nin veya TİP’in oy arttırması başarı olarak kabul edilebilir ama iki siyasi parti yani AKP ve CHP için siyasi başarıda kriter tektir: Yerelde ve merkezde iktidar olmak. İktidar dışındaki bir sonuç AKP için de CHP için de başarısızlıktır! Bu anlamıyla CHP için önümüzdeki dönemde başarının kriteri, içinde İstanbul ve Ankara’nın da olduğu  11 büyük şehir başta olmak üzere belediye başkanlıkları sayısını arttırmaktır. Bunu başaramadığı taktirde CHP’nin oy arttırıp artırmamasının tıpkı Mayıs 2023 seçim sonuçlarında olduğu gibi hiçbir hükmü yoktur! Gerçekten de “Artık CHP seçim kaybedemez. Kaybetmemeli. CHP, ikinci parti olmakla övünemez. Övünmemeli. Asla durum idare edemez. Etmemeli!”

CHP bu perspektifi önüne koyduğu andan itibaren İstanbul’u kazanmak zorundadır. İstanbul’u yeniden kazanmak ise İmamoğlu’nun da altını çizdiği gibi “Mayıs seçimlerinden sonra iktidarın muhalefeti topyekün tasfiye çabalarına karşı çok ciddi bir karşı koyuş ve yeniden başlangıç” anlamına gelecektir…

YENİ BAŞLANGIÇ

Seçimlerin üzerinden üç ay geçti, bazı açıklamaların yapıldığı ve çeşitli hazırlıkların olduğu bilinse de bile seçimlerle ilgili eli yüzü düzgün bir rapor bile yayınlanamadığı için CHP üyeleri de, CHP seçmeni de mutsuz, kızgın, öfkeli!

]]>
https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1046 0
İÇERİYE DEĞİL DIŞARIYA MEYDAN OKUMALI https://www.necdetsarac.com/?p=1044 https://www.necdetsarac.com/?p=1044#respond Tue, 26 Sep 2023 12:26:22 +0000 https://www.necdetsarac.com/?p=1044 Seçimlerin üzerinden yaklaşık üç ay geçti.  CHP başta olmak üzere bir bütün olarak muhalefet 28 Mayıs akşamından bu yana süreci iyi yönetemediği, özeleştiri veremediği ve ortaya yeni bir yol haritası koyamadığı için yalnızca ciddi bir muhalefet boşluğu oluşmadı aynı zamanda değişim isteyen 25 milyon 500 bin muhalif seçmende siyasete karşı küskünlük ve “apolitikleşme” arttı, kendi yöneticilerine karşı da öfke büyüdü!

Bu gerçek iktidarın psikolojik üstünlüğünü büyütmekle kalmıyor, yerel seçimlere 8 ay kala iktidarın “alternatif medyasız ve muhalefetsiz bir Türkiye” planının uygulamasının da önünü açıyor. Örneğin, muhalefetin taşıyıcı gücü CHP’de ideolojik-politik eksenden kopuk, parti içi iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen tartışmalar kişiler üzerinden bir iç hesaplaşmaya dönüşürken doğal olarak iktidar güçleniyor, CHP ve bir bütün olarak muhalif yapılar zayıflıyor!

Zam fırtınası eserken, ormanlar yağmalanırken, hukuksuzluk artarken, yoksulluk derinleşirken meydan okumanın da adresi maalesef değişiyor. İktidara karşı yapılması gereken meydan okuma en yakınındakine yapılıyor; Mahallede delege seçimlerinde de, ilçe kongrelerinde de, siyasi ve kültürel olarak birbirine en yakın olan kişiler bu yakınlıklarını unutup birbirlerine meydan okuyorlar. Oysa siyasi meydan okuma yapılacaksa bunun adresi çok açık ki, mevcut iktidardan başkası değildir!

Muhalefet partilerinde de durum farklı değil: İktidar orta yerde dururken, değişim için yola çıkan muhalefet partilerinin hem birbirlerine ama özellikle de CHP’ye yönelik “sert” kavramının bile hafif kalmasına neden olan eleştirilerin arka planında da bu var, çünkü en kolayı en yakınındakine dövmektir!

Can Atalay’la, Merdan Yanardağ’la, Barış Pehlivan’la ya da Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’la yeterince ve güçlü bir dayanışmanın örgütlenememesinin arka planında da bu yatıyor.

Türk televizyon tarihinin televizyon kapatmalar hariç en ağır cezalarından birini alan ve 7 gün karartılan TELE1’e yönelik yeterince dayanışma gösterilmemesinin nedenlerini de burada aramak gerekir.
Seçim yenilgisi CHP’den İYİ Parti’ye, Yeşil Sol Parti’den TİP’e kadar muhalefetin “insicamını” bozduğu için ciddi bir ideolojik-politik ve tabi örgütsel hesaplaşma yapmak yerine bir başkasını suçlamak ve ondan uzak durmak işin en kolayı oluyor!
Muhalefetin en büyük partisi olan CHP’yi eleştirmek ve suçlamak kolay ama kimse dönüp kendi başarısızlığını sorgulamak istemiyor. Eğer CHP’nin daha solunda ya da daha sağında güçlü bir alternatif şekillenmiş olsaydı, emin olun CHP bu kadar tartışılmazdı.
CHP dışında daha güçlü bir siyasi çekim merkezi ortaya çıkmayınca bütün günahın sorumlusu kaçınılmaz bir şekilde CHP oluyor! Bu gerçeği sorgulamadan muhalefetin ortak krizini aşmak mümkün olmaz ve biz hem içerde hem de dışarda CHP’yi dövüp dururuz!
Oysa yaşayarak test edilmiştir ki, CHP dışında muhalefete dair her pozitif hamle yalnızca CHP’yi değil, demokrasi mücadelesini büyütmüştür. 1980 öncesi Türkiye devrimci hareketin hem sokaktaki, hem de düşünsel anlamda ideolojik-politik gücünün CHP’yi daha sola çekmesi ve CHP’nin 1977 genel seçimlerinde yüzde 42, aynı yılın yerel seçimlerinde yüzde 48 alması tesadüf değildi. Aynı şekilde 2015 seçimlerinde Selahattin Demirtaş’lı HDP’nin sol, sosyal-demokrat çıkışının CHP’yi kendi tarihsel sürecindeki en etkili sol seçim bildirgelerinden biriyle buluşturmuş ve çok önemli bir seçim bildirgesini ortaya çıkarmış olması da tesadüf değildi…

PARTİNİN VİCDANI VE TOPLUMSAL VİCDAN

]]>
https://www.necdetsarac.com/?feed=rss2&p=1044 0