***
Ne dönem değil mi?
Adları “kendilerinden de devletten de büyük” olan isimler ortaya çıkar: Tansu Çiller, Doğan Güreş, Mehmet Ağar, Necdet Menzir, Korkut Eken, İbrahim Şahin, Veli Küçük…
Onca cinayete, onca karanlık noktaya ve aradan geçen 30 yıla rağmen, bir ‘Türkiye klasiği’ yaşanmaya devam eder. Sabahattin Ali’den Kanlı Pazar’a, 5-6 Eylül yağmasından bu yana, aklınıza gelecek bütün siyasi cinayet ve katliamlarda olduğu gibi, bu dönemle ilgili olarak bir tek siyasi sorumlu yani Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, Genelkurmay Başkanı veya Emniyet Genel Müdürü yargı önüne çıkmaz. Çıkanlar ise sanık değil, tanık sıfatıyla çıkarlar! Çünkü, Türkiye’de “sanık” olması gerekenleri hep “tanık” olarak dinleten, adı konmamış bir “gelenek” vardır!
Bu “geleneği” bozmadan, bu dönemi aydınlanmadan, bu ülkede adalet ve vicdandan bahsedilebilir mi? Devletin demokratik olmayan, hukuksuzluğu öne çıkaran ve en önemlisi ‘devleti ele geçirenleri’ koruyan yapısı değişmeden ‘Faili Meçhuller’ çözülür mü? Bu anlayış değişmeden de, ne 1991-1996 arasındaki dönemin, ne Susurluk’un, ne 2007’de Hrant Dink’le başlayıp Tahir Elçi’ye kadar uzanan siyasi cinayetler döneminin ve tabi Sinan Ateş cinayetinin siyasi sorumluları yargı önüne çıkmaz, çıkartılamaz! Birileri her daim korunmaya ve kollanmaya devam eder. Korunanın adı bazen Evren, bazen Çiller, bazen de Erdoğan olur…
Önceki gün Türkiye’de Uğur Mumcu öldürüldüğü gün 30. kez anıldı, hakkında haklı olarak övgüler dizildi ama “faili belli” cinayet “faili meçhul” olarak kalmaya devam etti!
14 Mayıs seçimine bir de bu gözle bakmalı…
Faili meçhullerin olmadığı, hukukun ve devletin demokratikleştiği, “siyaset, ticaret ve mafya” üçgenin dağıtıldığı bir Türkiye mi, Uğur Mumcu cinayeti başta olmak üzere siyasi cinayetlerin “faillerinin meçhul” olmaya devam ettiği ve ödüllendirildiği bir Türkiye mi?
25 Ocak 2023, İstanbul
Necdet Saraç