Geçtiğimiz hafta Erzincan’daydım. Doğduğum köy başta olmak üzere, birçok yeri ziyaret ettim, yüzlerce insanla sohbet ettim, binlerce insanla buluştum, festivallerde konuştum. 2 Temmuz Pazar günü de Sivas’ta üzerinden 30 yıl geçen ama devletin ve siyasi aktörlerin yüzleşmekten ısrarla kaçtığı Madımak katliamını protesto yürüyüşüne ve mitingine katıldım…
Özelikle seçim yenilgisinin yarattığı hayal kırıklığının değişim isteyen seçmende hem çaresizliği ve umutsuzluğu tetikleyerek büyük bir depresyon yarattığına ve bu büyük depresyonun henüz atlatılmadığına çıplak gözle tanıklık ettim. Bu depresyonun bir sonucu olarak da Kılıçdaroğlu’na, Akşener’e ama özellikle de Babacan ve Davutoğlu’na yönelik yer yer nefret boyutuna varan büyük tepkilere tanıklık ettim. Madımak katliamını protesto mitingine katılan onbinlerce insanın ağırlıklı bölümünü bayram dolayısıyla köylerine gelen Sivaslılar oluştursa da, Türkiye’nin hatta Avrupa’nın dört bir yanından farklı şehirlerden gelen binlerce insanın da mitinge katılmış olması, “muhalif seçmen” açısından bu gözlemi zayıflatmıyor, tersine güçlendiriyordu…
Sorular da, yanıtlar da, tepkiler de neredeyse aynıydı!
Her mecrada iletişimin artmış olması herkesi hem bilgili, hem de birer “televizyon yorumcusu” yapmış durumda. Kiminle konuşursanız konuşun herkes her şeyin farkında, güvensizliğin ve depresyonun arka planında da bu gerçek var.
Seçmen, muhalefetin seçim sonuçlarıyla ilgili henüz bir özeleştiri yapmadığının da, seçim yenilgisi sonrası süreci iyi yönetemediği için iç tartışmalara dönülerek ülke gündeminden kopulduğunun da farkında…
Seçmen, milletvekili seçilen Can Atalay’a sahip çıkılmadığını da, “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” sloganı atan Akşener’in Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasına tavır koymak yerine “sobaya odun attığını” da biliyor…
Seçmen, oy oranı bile ölçülemeyen Babacan’ın seçimler sırasında “biz bütün oy kitlemizi olduğu gibi paket halinde CHP listelerine taşıyamayabiliriz” dedikten sonra, seçim sonrası hem de kibirli bir biçimde kendilerine “hediye” edilen “15 milletvekilinin helal olduğunu” söylemesini de, Davutoğlu’nun “Halam bana oy vermeyecek” sözünü de “millet” not etmiş durumda!
Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye gelince…
Kızanların sayısı oldukça yüksek olsa da, birçok kişi önce Kılıçdaroğlu’nun seçim döneminde iyi çalıştığını peşinen kabul ediyor, sonra eleştirmeye başlıyor. Seçim sonrası hamlelerini beğenmiyor, hem MYK hem de “Baş Danışman” olarak yaptığı “yeni” atamaları sahiplenmiyor, bunun da tetikleyici etkisiyle örgütsel ve politik değişim sözleri havada uçuşuyor ama sıra “çözüm nasıl olacak” sorusuna geldiğinde de yorumlar havada asılı kalıyor!
Değişim sözleri yere inmeden havada asılı kaldığı için Kılıçdaroğlu’nun son on yıllık “kurmay heyetinde” yer almış, son MYK’da ya da milletvekili listelerinde yer bulamamış isimlerin “değişimle ilgili” açıklamalar yapması, yenilgiyi üstlenmek ve geri çekilmek yerine yeni dönemde pozisyon alma hamleleri olarak yorumlanıyor. Bu çıkışlar sahici ve inandırıcı bulunmadığı gibi Kılıçdaroğlu’na yönelik tepkilerin azalmasına, tepkilerin kendilerine yönelmesine neden oluyor!
29 Mayıs sabahından itibaren yaptığı “değişim” vurgularıyla potansiyel olarak CHP Genel Başkan adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun buna rağmen aday olup olmadığının, nasıl bir değişim istediğinin belirsiz olması parti içinde mesafeyi Kılıçdaroğlu lehine açıyor. İmamoğlu’nun dün yayınladığı “İktidar İçin Değişim Manifestosu” da “nasıl bir değişim” sorusuna yeterince cevap veremediği için bu gerçeği şimdilik değiştirmekten uzak gibi duruyor…